"Selam, sevgi ve dostlukla" Mehmet DEMIRCI - Türkü Tur Çamlıhemşin
Ardeşen İlçesinin girişinde denize dökülen Fırtına Deresi'nin batı yakasından güneye giden karayolu ile ulaşılır. Kaçkar Dağı ve Verçenik Dağı'nın eteklerinden sularını alan ve bölgenin güneyinden kuzeyine doğru akan Fırtına Deresinin iki ana kolu olan Hala ve Büyükdere Derelerinin birleştiği yerde kurulmuştur.
Hala Deresinin ana çıkış noktası Kaçkar Dağı'nın etekleridir. Bir kolu Avusör Deresi ile komşu Ceymakcur-Balakcur Deresi ise Kemerli Kaçkar'dan süzülüp gelirler. İkinci kolu ise Memişefendi Tepesi'nin yamaçlarındaki Samistal eteklerinden çıkıp Ayder Kaplıcalarına dökülen ve bir parçasını Gelintülü Şelalesinin oluşturduğu Hazindak Deresidir. Hala Deresinin diğer bir kolu ise sularını Altıparmak Dağından alan ve yaklaşık 350 metreden dökülen Bulut Şelalesinin de bulunduğu Tar Deresi'dir. İki ana koldan büyüğü olan Büyükdere'nin çıkış noktası ise Verçenik Dağı'dır. Bir ana kolu Ortayayla-Başhemşin vadisinden gelir ve Varoş-Çiçekli deresi ile buluşarak Çat'a ulaşır. Bir diğer ana kolu ise Garmik sırtlarından çıkıp Elevit Vadisinde Haçevanak deresiyle buluşarak Çat 'a ulaşır. Büyükdere'nin en önemli ve bakir kollarından bir de Apevanak sırtlarından kaynağını alan, Palovit ve Amlakit vadilerini geçip, Meğo Vadisine ulaşmadan Virandere ve Samistal deresi ile buluşarak Türkiyenin belkide en önemli kanyonlarından birini oluşturan Palovit deresidir. Hala ve Büyükdere irili ufaklı birçok dereden sonra en son aşağılarda, Kaynağını yine Altıparmaklardan alan ve en büyük kollardan biri olan Laz Deresi ile buluşurak Fırtına Deresini oluşturur ve Ardeşen sınırlarında denize dökülür.
Çamlıhemşin ile ilgili tarihi araştırmalar kesin bir sonuca ulaşmamış bir sürü tahmin üzerinde durulan tarihi olaylara konu olmuştur. Araplardan bunalıp, önce Kars (Göle) bölgesine kaçan 'hamam' idaresindeki Amatuniler Acaristanda denize karışan Çoruh ırmağını aştılar. Bu sırada Bizans Kayser VI. Kostantin'in (780-797) yerleşmek üzere mülk olarak Hamam bey'e bağışladığı Tambur bölgesine gelerek burayı şenlendirip, yurt edindiler. Bu yüzden oraya Hamam-a Şen dendi. Zamanla bu coğrafya adı Hemşen/Hemşin şeklini aldı. Horosan-Hemedan-Elezeğ bölgesinden gelme Türkmen/Oğuz halkı da Hemşenli/Hemşinli diye anılır oldu.
Eski çağlara ait Erzurum-Trabzon ipekyolunun çok yağmalanması ve Zigana Dağının geçilememesi nedenleri ile iklimin uygun olduğu dönemlerde Erzurum-Hevek Yaylası-Hisarcık-Zilkale-Çamlıhemşin-Pazar yolunun izlendiği söylenmektedir. Bugünkü Pazar ilçesinin doğu yönündeki çıkış noktasında doğal bir limanın varlığından sözedilir. Bu yöreye Cumhuriyet dönemine kadar ''Eski Trabzon'' denmesi bu gibi varsayımlara ışık tutmaktadır. Ayrıca antik çağlardan beri Kaçkarlar sahil yolunun gerek haladeresi gerekse Büyükdere güzergahının ilçe merkezinin bulunduğu yerden geçtiği aşikardır. Hatta tarih öncesi tarihçilerden Xenephon'un ünlü ''onbinlerin dönüşü''adlı eserinde bazı uygarlıkların Karadeniz'e iniş için bu bölgeyi ve güzergahı kullandıklarını yazmıştır. M. Ö 400 yıllarında İranla savaşmaya giden, komutanları Fıratta boğulunca geri dönmek zorunda kalan 10. 000 askerin başından geçenleri anlatan Xenephon; askerlere, şimdiki adı Aşağı Çamlıca olan Vice-i Sufla köyünde, yörede 'deli balı' diye adlandırılan ve arının ilkbaharda bir çeşit Rohododendron olan Sarı Komar (alp gülü) çiçeğinden aldığı özle oluşturduğu balın ikram edildiğini ve birçoğunun zehirlenip (baltutması) hastalandığını belirtmiştir. Bu savı kanıtlayan bir diğer unsur da sahilde Pazar Kalesi ile bağlantılı olan 700 metre rakımdaki Zilkale ve 2000 rakımdaki Kal-i Bala kaleleridir. 1100-1300 tarihleri arasında Kommennoslar tarafından yapılmış olan bu kaleler bölgenin güvenliğinden başka hububat ambarı olarak da kullanıldığı bilinmektedir.
Çamlıhemşin, Çarlık Rusyası'nın işgaline uğradıysa da sahildan uzak oluşu ve siper durumundaki yüksek dağlar nedeni ile barınamamışlar ve yöreyi terketmişlerdir. İlçe merkezinin eski ismi olan Vicealtı nahiye olmadan önce idari yönden hemşin köylerinin tümü ile birlikte Pazar-Hemşin nahiyesine, aşağı kesim köyleri ise Ardeşen nahiyesine bağlıydı. 1953 yılında Ardeşen ilçe olunca Vicaaltı, Çamlıca yeni adıyla Ardeşene bağlı bir nahiye oldu. 1 Nisan 1961 tarihinde İlçe yapılarak Çamlıhemşin adını aldı. 1912 yıllarında nüfus yönüyle yoğun olup, terzi, bakırcı, demirci, ayakkabıcı, kuyumcu gibi meslek sahiplerine ait muntazam binaların oluşturduğu Çamlıhemşin, şu anda , merkez nüfusu 2300, ilçeye bağlı 24 köyü ile birlikte toplam nüfusu 10. 600. kişi olan ve yoğun göçten nasibini alan bölgelerdendir.
Bölge Türkiyenin en çok yağış alan yeridir. Yılde metrekereye 2510 kg. yağış düşer. Kar kalınlığı Aralık -Ocak-Şubat aylarında 2000'li rakımlarda 7-8 metreye kadar ulaşır. Nisan-Mayıs ayları bölgenin en önemli rengini oluşturan Yeşil'in görünme aylarıdır. Yağış azdır ama yükseklerde yağmur her an kar'a dönüşebilir. Yaz aylarından özellikle Temmuz çok yağışlı geçtiğinden dolayı yörede 'çürük ayı' diye adlandırılır. Bu aylarda yerdumanı (hüzünveren) yükseklerin gizemli örtüsüdür. Eylül ayından başlayarak bölgedeki en yaygın ağaç cinsi olan Ladinlerin haricindeki tüm bitki örtüsü renk değiştirmeye başlarlar. Bu aylar bölgede, güneşten en çok nasibini alan aylardır ve doğa inanılmaz bir renk cümbüşü içindedir. Ekim'in sonlarında ise yükseklerdeki kar yağışı ile bu cümbüşe tek eksik renk olan 'beyaz' da katılır.
YAYLA KÜLTÜRÜ
'Gurbetçilik' ve Çay Tarımı'nın yanısıra Çamlıhemşinlinin geçim kaynaklarından biri de Hayvancılıktır. Haziran'ın ilk haftası 2000'li rakımlardaki yaylalara göçlerin başlama zamanıdır. Yetersiz mera alanı ve haşara'nın çokluğu hayvanları yüksek rakımlara götürmenin asıl nedenleridir. Yaylada sabah erkenden meralara götürülen hayvanların ahır temizliği yapılır. (Bu işlemAlman Prof. Karl Koch'un 1843-44 yıllarında yaptığı Rize Seyahati sonrası kaleme aldığı seyahatnamesinde şöyle anlatılır: Herkül'ün Augias'ın ahırını temizleme biçiminin tek olmadığını ve bu yöntemin bugünkü doğu toplumlarında olduğu gibi eski çağ halklarınca da bilindiği ortaya çıkıyor'. ) Akşam ahıra dönen hayvanlar'ın sütleri 'ketoğ denilen kaplara sağılır. Sağılan süt yayvan ve ahşap bir tekneye dökülür. İkinci gün üzerinde biriken krema (kaymak) alınır. Ve kaymak kabına (kadel veya siyafki) konulup kaynatıldıktan sonra mayalanır ve peynir yapılır. Peynir mayasının temel maddesi üç günlük inek yavrusudur. Kesilen yavrunun midesi özenle alınır ve bağlanır. Kurutulan mide bir yıl sonra acı erik, sarımsak, tuz, peyniri alınmış süt suyu katılır.
Yapım esnasında süt bozulursa torbaya dökülerek süzdürülür ve çökelek (minci) elde edilir. Peynir saklanması ve tadına ulaşması için, çam ağacı (ladin) kabuğundan dikilmiş olan 'kolo' denilen kabın içinde muhafaza edilir. Sütten yoğurt mayalanıp torbaya dökülerek de süzme yapılır. Tüm ürünler yayla evinin maran denen bölümünde güze kadar saklanır. Yaylada inekleri rahatsız etmemeleri ve kendilerinin yeterince beslenebilmeleri için, bütün öküzler başlarına tahsis edilmiş iki çoban tarafından devamlı gidilmeyen ve sırf onlar için belirlenmiş otlaklara (öküz pornağı) götürülürler. Çobanlar iki ay süreyle orada öküzlerin sağlıklı bir şekilde beslenmelerini sağlarlar. Çobanlar kamp yerinde, üstü harduma'dan (çamağacından, uzunluğu bir metre, genişliği yirmi santimetre olan ince tahta) etrafı taştan örülü barınakta kalırlar. Barınağın etrafını çepeçevre saran öküzlere gece tek bekçi, daha önce pornağa çıkmadan güreştirildiklerinden tümünü yenen baş pehlivan öküzdür. Öteyandan köydeki ürünlerin bakımını tamamlayan Çamlıhemşinli, gurbetçisiyle de aynı tarihte buluşarak on günlük bir dinlenme ve eğlenme için yaylaya çıkar. Vartavor denilen bu eğlence yalnızca yaylara özgü bir eğlencedir. İnsanların Gül Suyu ile birbirlerini ıslatması anlamına gelen ve bereket!i simgeleyen Vartavor aynı zamanda da genç kız ve delikanlılar için sevdalık zamanıdır. Her yaylada belli bir horon yeri vardır. Buralarda gece geç saatlere kadar tulum eşliğinde horon oynanır ve atma türkü (iki kişi yada iki grup arasında taşlamaya ve ironiye dayalı, beyit veya dörtlük şeklinde uyaklı söylenen türkü ) söylenir. Gündüz ise hava güzelse günübirlik geziler düzenlenir. Hobisi olanlar alabalık avına ve çamlardan sakız toplamaya giderler. Ağustos sonuna doğra, yaylaya gitmeyen ve köyde kalan orta yaşta olan bir grup, yine bir şenlik havasında, ertesi yıl hayvanlara gerekecek olan ot ihtiyacını sağlamak ve stok etmek için yaylaya çıkar. Oğnak ve ot biçimi de denilen bu olaydan sonra, yaylacının artık bir beklediği yoktur, taa ki son göç tarihi olan 23 Eylül'e, göç için gelen birkaç kişiye kadar. Yatak-yorgan gibi eşyalar, herhangi bir kemirgen'in kışın kesmemesi için, yayla evinde 'tacor' adı verilen ve tavandan sarkıtılan iplere yerleştirilen tahtaların üzerine konulurlar ve hüzünlü 'dönüş' başlar.
Günümüzde ise; Karadeniz bölgesinin geçim kaynağı olarak 'çay' bitkisinin yaygınlaşması yayla kültürünü kısmen de olsa baltalamaktadır. Eskiden mısır tahılı ticari amaçtan çok gerekli olan ekmek ve yem ihtiyacı için ekilirdi. Şimdi ise çay toplama zamanındaki düzensizlik artık geçim için değil zevk için çıkılan yaylalara artık kitle olarak gidilmesini engelliyor. Ağustos sonlarında parçalı gidişler de olsa Amlakit Yaylası başta olmak üzere artık çok az yaylada geleneksel vartavor şenlikleri yapılmaktadır.
Sütü teknede değil süt makinesinde kaymağından ayrıştırılan, ateşi ocaklıkta değil pilitada ve sobalarda yanan, yaylacısı ottan değil süngerden yapılan yataklarda yatan, öküz nerde kaldı inek sayısı yayladaki kişi sayısına eşdeğer olan, canlı ev sayısı her yıl ölen yaylacı kadın sayısına göre orantılı azalan yaylalardan başka, elektiriği, telefonu ve yolu olduğu için aşırı betonlaşmadan da nasibini alan yaylaları ile Çamlıhemşin bakalım ne kadar daha gündemde kalmayı başarabilecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder