Son günlerin modası olan ‘selfie’, kişinin cep telefonu ile kendi fotoğrafını çekmesi anlamına geliyor.
Şöyle vücudunuzu geriye doğru atıyorsunuz, kolunuzu uzanabildiğiniz en uzak noktaya kadar uzatıp başınızı veya bedeninizi elinizdeki cep telefonunun kadranına sığdırmaya çalışıyorsunuz, yüzünüze en sevimli, en mutlu, en heyecanlı, en seksi veya her ne istiyorsanız öyle bir ifade veriyorsunuz ve deklanşöre basıyorsunuz.
Eğer özel bir anı ölümsüzleştirmek istiyorsanız, etrafınızda sizin fotoğrafınızı çekebilecek kimse yoksa veya fotoğraf çekebilecek gibi olanlar bu önemli anda fotoğraf karesinde olmak istiyorlarsa bu anlaşılabilir bir şey.
Ancak her gün, hatta gün içinde bir çok kez kendi fotoğrafını çekip bunları başta Instagram ve Facebook olmak üzere sosyal medyada paylaşmak sağlıklı mı?
Geçtiğimiz günlerde Amerikan Psikiyatri Derneği (APA), kendi web sayfasında ‘selfie’nin bir çeşit ruhsal rahatsızlık olduğunu belirten bir yazı yayımladı. Hatta selfie düşkünlüğünü ‘selfitizm’ olarak adlandırdı.
APA’ya göre selfitizm; özgüven eksikliğini gidermeye, ilgi boşluğunu doldurmaya yönelik obsesif-kompulsif bir kişilik bozukluğu. Yayınlanan rapora bakarsanız bu hastalığın formları da var. ‘Borderline’ yani sınırda selfitizm, akut ve kronik selfitizm.
Sınırda selfitizm, kişinin kendi resmini günde en az 3 kez çekmesi ancak sosyal medyada paylaşmaması olarak tanımlanıyor.
Akut selfitizm’de kişi günde en az 3 kez kendi fotoğrafını çekip bunu en az 3 kez sosyal medyada paylaşıyor, kronik olan da ise kontrol edilemez biçimde en az 6 kez resmini çekiyor ve bunları yine kontrolsüz biçimde sosyal medyaya koyuyor.
Selfie’nin çok yaygın bir sosyal fenomen olması, tartışmanın bilimsel ortamlardan hızla medyaya ve kamuoyuna yayılmasına neden oldu. Olasılıkla bu durum tartışmanın sulanmasına da neden oluyor. Eminim süreç içinde uzmanlar selfie’nin patolojik boyutlarını çok daha doğru bir biçimde ortaya koyacaklardır. Ancak tartışma bu haliyle bile selfie’nin pek de masum bir şey olmadığını göstermeye yetti.
Halen sürmekte olan tartışma, her ne kadar selfie’nin tek başına bir anormallik olduğunu göstermese de, insanların saklı kalmış bazı zihinsel sapmalarını gün yüzüne çıkarabileceğini gösteriyor.
Bir süre önce İngiliz basını, öyküsünde “beden dismorfik bozukluğu” (kişinin bedeniyle ilgili hayali bir kusur yaratıp bununla uğraşıp durması) olan ve takıntılı bir biçimde ‘selfie’lerini sosyal medyada paylaşan Danny Bowman isimli bir ergenin intihar girişiminde bulunduğunu yazdı. Habere göre Newcastle’lı 19 yaşındaki bu zavallı genç, intihar girişimi öncesi 200 selfie çekmiş ancak hiç birini beğenmemişti. Sonra da üzüntüsünden yüksek doz ilaç alarak intihara kalkışmıştı. Bowman, olay sonrası kendisiyle konuşanlara selfie’nin ilaç, alkol ve kumar gibi bir kötü alışkanlık olduğunu, bu nedenle arkadaşlarını, eğitimini, sağlığını kaybettiğini ve ölümden döndüğünü söylüyordu.
Bowman’ın hekimi Dr. David Veal, selfie takıntısının bir kendini beğenmişlik hali olamayacağının altını çiziyor. Daha da önemlisi, Veal’e göre ileri teknoloji ve onun yarattığı selfie gibi sosyal modalar, gizli kalmış zihinsel hastalıkları açığa çıkarabiliyor, ruh sağlığını olumsuz etkileyebiliyor.
Bir çok bilim insanı, insanların özel fotoğraflarını sosyal medyada sık paylaşmasının özel hayatın mahremiyetini azalttığına ve insan ilişkilerini kötü etkilediğine inanıyor.
Gelinen nokta, selfie paylaşımını abartanların sanıldığı gibi kendine hayran, abartılı narsistik kişiler olmadığını, tam tersine özgüven sorunu olan kişiler olabileceğini gösteriyor. Benmerkezci, yalnız, sosyal ilişkilerde başarısız, onay ve takdir edilme gereksinimi olanlarda selfie takıntısı daha sık görülüyor.
Haddimi aşmak istemem, ben psikiyatrist veya psikolog değilim. Ancak selfie takıntısı bana normalmiş gibi görünmüyor. Onu normalleştirme çabalarının kapitalist dünyada insanın bireyci yaşama ittirilmesi, yoğun teknoloji kullanmaya teşvik ve tüketiminin özendirilmesi ile ilişkili olabileceğini düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder