3 Haziran 2009 Çarşamba

Araf


Uzun bir süreçtir insanın kendini toparlaması. "Toparlamak" diye tabir edilen normalleşme çabaları. Kendi ben merkezine bir dönüş, güvenememe duygusu çeşitli kompleksler. İçine su katılmış bir bira gibi olmuştur hayat. Tadı benzer daha yavan yalancı bir sarhoşluk.

Zaman geçer. O hep geçer zaten, buna pek takılmamak lazım. Şahit oluruz yanımızdan geçenlere, arkamızda kalanlara ve önümüzden gelenlere. Ya yol veririz, ya geri döneriz, ya da beklemeyi tercih ederiz. Arkada bıraktığımızı zannettiğimiz şeyler genelde önümüzde koşar adım ilerlerken çıkar gerçi. Bir tebessüm kaplar suratımızı o an. Bir ..asktr deriz içimizden. Kendi kendine gülmek denir ya. En tatlı yaşandığı andır bu.

Aşkın en acı yaşandığı andır öte yandan...

Elleriniz ceplerinizde ıslık çalarsınız. Sahte bir gülümseyiş gelir ardından. Dudaklar bükülür inceden, palyaço edasıya üzgün bir suratın üzerine gülümseyen bir çizgi çizersiniz. Duygularınızı siz belirlersiniz. Gülmem mi lazım? Üzülmem mi? Doğal değildir bunlar. Ve bu farkındalık içinizi acıtır.

Geleceğe dair hedefler, yapılması gerekenler, yapılması gerektiği düşünülenler. Hayat bir gelecek belirleme oyununa dönüşür. Şimdiki anı yaşayamamak geleceğe olan bir özlemi körükler. Geleceğe ulaşamamak anı kaybettirir. Arada kalan boşlukta nereye gideceğim dersiniz.
Nereye aitim?
Neye sahibim?

Elinizde olan tek şey bunları düşünebilme yetisidir. Doğru olanı anlayabilme. Bahsettiğim farkındalık. Ne olduğunu bilmek.

Ben buyum. Ben böyleyim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder