30 Haziran 2009 Salı

Station "Moon" (Stantsiia "Luna") (1965)


A Russian children's book today. While the US was involved in the space race and telling its children about how the US was going to be first, the Russians were also publishing pro-space books for their children.


Since I don't read Russian (I had to have a friend translate the title) I can't give you much detail about the book .



Author: Klushantsev, P. (Pavel).
Title: Stantsiia "Luna" / P. Klushantsev ; khudozhniki E. Voĭshvillo, IU. Kiselev.
Published: Moskva : "Detskaia lit-ra", 1965.
Physical Details: 63 p. : ill.












29 Haziran 2009 Pazartesi

The Complete Space Rocketeer (1955)


This is more of an adult book than a children's book but it still has a number of fantastical illustrations worth sharing.




Chambers, Bradford. Illustrated by Chambers, Eve. The Complete Space Rocketeer. New York: Stavon Publishers. (62 p.) 21 cm.



Text includes topics such as rocket theory, space suits, space stations and trips to the Moon and Mars. Ends with the prophetic words "…let's conquer space now. We can do that." Full of drawings of rockets, space suits and a manned landing on the Moon. There was a 1956 edition re-titled "The Key to Interplanetary Space Travel".









25 Haziran 2009 Perşembe

Blanchot: Political Writings, 1953–1993

In early 2010, Fordham University Press is publishing Zakir Paul's translation of Maurice Blanchot's Ecrits politiques: 1953-1993.
This posthumously published volume collects his political writings from 1953 to 1993, from the French-Algerian War and the mass movements of May 1968 to postwar debates about the Shoah and beyond. A large number of the essays, letters, and fragments it contains were written anonymously and signed collectively, often in response to current events.



While political writings as such do not interest me, Blanchot's are an inevitable exception.
When read together, these pieces form a testament to what political writing could be: not merely writing about the political or politicizing the written word, but unalterably transforming the singular authority of the writer and his signature.

24 Haziran 2009 Çarşamba

Kellogg's Cereal Space Stickers (1969)





























If there is a "Rosebud-like" object in my life it seems to be these stickers.


Somehow all my life I have remembered these stickers and regretted their loss when they got thrown out.

As far as I can reconstruct these came out in 1969 when I was 9 years old. As I ate my way through boxes of Kellogg's cereals I would put them on my school notebook.

When the notebook finally died I took the blue canvas (remember those?) off and saved it.


What is interesting is how they remained in my memory as an adult, so when I finally found a set of them recently I can't quite get over it. They are as I remembered and you can go home again.

Since I only have some of them I have to make some assumptions. It looks like they made one for every manned mission up to Apollo 10 for 20 stickers total. I think the series was done around April 1969 since every sticker has the date of the mission on the back except the Apollo 10 which gives an expected lift-off date of May 18, 1969. (I base this on the Apollo 9 sticker dated March 3-13, 1969)






Each sticker has a short description of the mission on the back along with the astronauts who went on the mission.

The best thing to me at the time (and maybe why I remember them) is that they made up their own logo/symbol for each mission.








22 Haziran 2009 Pazartesi

Stories to Remember (1962)





One of my side passions is those books used in school to teach about space. This one has only one or two stories about space in it, the rest being your standard "Dick and Jane" reader. However the cover is a lot of fun.
The illustrations are a nice reminder of the wonder of Echo. It used to be bouncing signals off a satellite was a miracle, so this reader took the time to explain this wonder to children.






19 Haziran 2009 Cuma

Avrupanın en uzun kalesi, BURGHAUSEN...


Ne zaman gittik, gezdik, gördük : 30 Mayıs 2009


4 günlük resmi tatili fırsat bilip, Mühldorf'a doğru yola çıktık. Ancak şehirde ilgimizi çeken çok da fazla güzellik olmayınca, çareyi civarda aramaya başladık ve otel görevlisinden Burghausen'i öğrenerek yola koyulduk.

Duyduğumuz ve yolda tabelalarda birçok kez gördügümüz kadarıyla, Burghausen Avrupa'nın en uzun kalesine sahipmi
ş. Merakımızı pekiştiren bu tabelalar eşliğinde, Burghausen'ın eski şehrine giriş yaptık... Meydana gelip araçtan indiğimizde güzel bir gün geçireceğimizi hemen hissetmiştik. Sanki bu şehrin ruhu var gibiydi, Mühldorf'un aksine... İçimizi kaplayan heyecanla deklanşörü ardı arkasına savurmaya başladık. Ne kadar çok fotoğraf çektiğimizi akşam olduğunda anlayacaktık.

YAZININ DEVAMINI okumak icin TIK TIK TIK»

18 Haziran 2009 Perşembe

Mühldorf am Inn


Ne zaman gittik, gezdik, gördük : 30 Mayıs 2009


Mühldorf'la ilgili neler yazmam gerektiğini bilmeyerek başlıyorum bu yazıya. Aslında hiç bir bilgimiz yokken, ebay üzeri aldığımız otel kuponu sayesinde yollarımız kesişti Mühldorf ile. Çok turistik bir yer olduğunu söyleyemem. İçerisinde olmasa da etrafında görülesi yerler var. Zaten can alıcı gezimizin başlangıç noktasıydı Mühldorf.

Şehir içerisinde gördügümüz en ilginç ayrıntı ise bir av müzesine ait. Tesadüfen rastladığımız müze ziyarete açık değildi. Ancak dışarısındaki objeler öyle enteresandı ki, eminim içeride de yaratıcı bir sürü ayrıntı vardı. Kelimelerin kifayetsiz kalmaya başladığı noktadayım sanırım. En iyisi sözü fotoğraflara bırakmak...

YAZININ DEVAMINI okumak icin TIK TIK TIK»

15 Haziran 2009 Pazartesi

Sıcak ve Nazım Hikmet

Bir kaç gündür daralmış durumdayım. Yetiştirmem gereken projeler, güneşin asfaltı eritmesi sayesinde ayakkabıda oluşan yapışıklık. Sinir bozucu. Yazasım yok. Nazım hikmetle geçiştireyim sizi. Güzel bir şiir. Okunulası.

gönlümle baş başa düşündüm demin;
artık bir sihirsiz nefes gibisin.
şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
akisleri sönen bir ses gibisin.

mâziye karışıp sevda yeminim,
bir anda unuttum seni, eminim
kalbimde kalbine yok bile kinim
bence artık sen de herkes gibisin


gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
onlardan kalbime sevda geçmiyor
ben yordum ruhumu biraz da sen yor
çünkü bence şimdi herkes gibisin

yolunu beklerken daha dün gece
kaçıyorum bugün senden gizlice
kalbime baktım da işte iyice
anladım ki sen de herkes gibisin

büsbütün unuttum seni eminim
maziye karıştı şimdi yeminim
kalbimde senin için yok bile kinim
bence sen de şimdi herkes gibisin

13 Haziran 2009 Cumartesi

Walking with Celan

The falling chestnuts hit the ground with a dry sound. Detonations. It’s nature massed in the air that turns and rolls like bursts of a meteor.
— So it is possible that the earth is a limit to the infinite of language…

After a long silence punctured with noise, he continues:
— The world is of glass.
— And disappearance is within us.
From Jean Daive's Under the Dome: Walks with Paul Celan translated by Rosmarie Waldrop, via Nomadics.

Under ancient skies

Apparently we read only because what is written is already there, laying itself out before our eyes. Apparently. But the first one to write, the one who cut into stone and wood under ancient skies, was hardly responding to the demands of a view requiring a reference point and giving it a meaning; rather, he was changing all relations between seeing and the visible. What he left behind was not something more, something added to other things; it was not even something less – a subtraction of matter, a hollow in relation to a relief. Then what was it? A gap in the universe: nothing that was visible, nothing invisible. I suppose the first reader was engulfed by this non-absent absence, but without knowing anything about it. And there was no second reader because reading, from now on understood as the vision of a presence immediately visible, that is to say intelligible, was affirmed precisely in order to make this disappearance into the absence of the book impossible.
Maurice Blanchot, The Infinite Conversation pp422-423 (translated by Susan Hanson).

Brutal rhythm

Writing delights me. That's nothing new. That's the only thing that still supports me, that will also come to an end. That's how it is. One does not live forever. But as long as I live I live writing. That's how I exist. There are months or years when I cannot write. Then it comes back. Such rhythm is both brutal and at the same time a great thing, something others don't experience.
Thomas Bernhard, via Spurious.

11 Haziran 2009 Perşembe

Sıcak, yeni yemekler, yeni mekanlar

Bu aralar evde oturamaz oldum sıcaktan. Çocukluğumdan beri hayalim olan alaskada karlı bir yerde serin serin yaşama fikrini hayata geçirmeyi düşünüyordum ama orası da feci soğuk tırstım şimdi düşününce. Yeni bir sosyal proje üzerinde çalışıyoruz arkadaşlarla, şöyle ki herhangi bir toplanma günü hiç kimsenin gitmediği bir dünya mutfağına gidilcek ardından gene kimsenin gitmediği bir mekana gidilip içilcek. Hint mutfağı üzerinde karar kıldık ilki için. Çok yağlıymış ağırmış falan diye duyduk ama bakalım deneyeceğizdir. Sosyal proje deyince daha ağır bişi gelse de akıllara öyle birşey işte. Neyse yorgunum yazı yazamıyorum bu aralar pek. Her gün biraz daha yaşlanıyorum..

10 Haziran 2009 Çarşamba

Bir MANNHEIM akşamında...


Ne zaman gittik, gezdik, gördük : 09 Mayıs 2009

Serkan Çağrı'nin Mannheim'da konser vereceğini duyduğumuz anda, her ne kadar yakın olmasa da gitmeye ve konser öncesinde kısa bir şehir türü yapmaya karar verdik. Gezimiz günü birlik olacaktı. Ancak herşey aklımızdaki gibi olmadı... Mannheim'a vardığımızda konser başlamak üzereydi... Dolayısıyla gün ışığında şehri görme şansımız olmamıştı.

YAZININ DEVAMINI okumak icin TIK TIK TIK»

9 Haziran 2009 Salı

Baharın renkleriyle ŞIRINCE Sokaklarında...


Ne zaman gittik, gezdik, gördük : 10 Nisan 2009

İzmir'e doğru seyahatimizi planlarken, Şirince hep aklımızdaydı...Gidilip görülesi bir yer olduğunu senelerdir duyar, oraya gidenlerin getirdiği meyveli şarapları zevkle içerdik. Bizim seyahatimiz ise bahara kısmetmiş... Belki de en güzel zamanıdır...
Baharın renkleriyle dolu çiçekli yamaçlardan devam ederek ulaştik Şirinçe'ye... Ve yaklaştıkça yamaca sıralanmış kü
çücük beyaz evler gözümüze ilişti.

YAZININ DEVAMINI okumak icin TIK TIK TIK»

8 Haziran 2009 Pazartesi

The Giant Book of Amazing Stories (1952)


For interior see; http://www.flickr.com/photos/gorillamen/sets/72157609260394639/show/

Ankara'dan İzmir'e giderken karşımıza SART çıktı...


Ne zaman gittik, gezdik, gördük : 7 Nisan 2009

Yolda karşımıza tarih dolu yerler çıkacağından habersiz Ankara'dan İzmir'e doğru ilerlemekteydik. Manisa'ya girdikten sonra bağların ve zeytin ağaçlarının arasında, gözümüze yol kenarından görünebilecek kadar uzaklıkta eski yapılar çarpt
ı. İzmir ve Efes çevresindeki eski uygarlık ve antik kentlerden haberdardık, ancak yolumuzun tam da bu kısmında böyle bir zenginlik olduğundan tamamiyle bihaberdik. Ne yazık ki gördügümüz bu hazineye ulaşabilmek için saat oldukça geçti. Ziyaret saati olmadığı için de ancak çitlerin arkasından resmedebildik bu güzellikleri... ve sonra bir daha görüşmek üzere vedalaşıp İzmir'e doğru yolumuza devam ettik...

YAZININ DEVAMINI okumak icin TIK TIK TIK»

5 Haziran 2009 Cuma

Hürriyet Seyahat 10 Yaşında!

Hayal kurmaya devam! Unutulmaz yolculuklar hayalle başlar. Hürriyet Seyahat 10 yıldır, yazarlarıyla, okurlarıyla dünyayı geziyor. Farklı kültürleri, coğrafyaları sayfalarına taşıyor, seyahat hayallerini kışkırtıyor.

YAZININ DEVAMINI okumak icin TIK TIK TIK»

Peri Bacaları'nın büyüsüyle KAPADOKYA...


Ne zaman gittik,
gezdik, gördük : 5 Nisan 2009

Ankara’ya yakın ve günü birlik gidip dönebileceğimiz bir gezi noktası ararken, kendimizi Kapadokya’da bulduk. Gidilebilecek yerleri de araştırmamıştık halbuki… Ama aklımızda, senelerdir Kapadokya denince en çok duyduğumuz Ürgüp ve Göreme vardı. Bunu bilmek bile yeterdi belki. Zaten arabayla yola çıkmıştık ve trafik işaretleri de bize yardımcı olmak için tam olmaları gereken yerdeydi. Yolumuzun üzerinde Göreme levhasını görünce, hemen o yola saptık ve karşımıza Uchisar’dan peri bacalarının gölgesinde Erciyes dağının silueti çıktı… Baharın habercisi dallardan fışkıran çiçeklerin eşliğinde manzara mükemmeldi. Bu başlangıcın hemen ardından, kendimizi görüntülenmeyi bekleyen güzel manzaraların peşinde koşarken bulduk. Bir de Kapadokya rehberi almayı ihmal etmedik. Ama o kadar çok görülmesi gereken yer vardı ki, tüm bunları bir güne sığdıramazdık.
Öyle de oldu… Açık hava müzesinin gezme saatlerine yetişemedik, yeraltı şehrini ise gezemedik…

YAZININ DEVAMINI okumak icin TIK TIK TIK»

BEYPAZARI'nda olmak...


Ne zaman gittik,
gezdik, gördük : 4 Nisan 2009

Ankara'ya 1 saat uzaklıkta olan Beypazarı, adımınızı attığınız anda dar sokakları ve tarihi konakları ile içinizi ısıtıyor...
Oraya gidene kadar daha önce duymadığım bir yerdi, Beypazarı. Ankara'dan akşam yemeği yemek için yola çıktığımız ve bu kararı verirken bu kadar memnun kalacağımızı bilmediğimiz bir yerdi ayrıca. Ama ne yazık ki akşam üzeri gittiğimiz için, o güzel ve daracık sokaklardan gün ışığında geçemedik.
E o zaman bizi büyüleyen neydi?
Bizi büyüleyen ilk olarak, kurtlar gibi a
çken derdimize deva olan o güzel Müjgan Abla'nın tarhana çorbası, Taş Mektep'te yediğimiz Beypazarı güveci ve dolması, sonra ise karanlıkta ilerlerken tesadüfen rastladığımız Yaşayan Müze... Ve unutmadan Yaşayan Müze'nin kurucularından dinlediğimiz kadarıyla sıcacık, geleneklerine bağlı ve bu yönleriyle kendilerine hayran bıraktıran Beypazarı halkı...


YAZININ DEVAMINI okumak icin TIK TIK TIK»

Anlatacak çok şeyim var...

Aslında biraz olsun geçmişe dönsek, o kadar çok anlatacak şeyim var ki... ama buna ne zaman yeter ne de hafızam artık eskisi kadar taze...en iyisi bu seneyi yanı 2009'u anlatmak...

2009'da neler mı gördük...Nisan ayında baharı karşılamak için Türkiye'deydik mesela...

Beypazarı, Kapadokya, Şirince tüm güzellikleriyle bize baharı yaşattı, kısa bir zaman içinde olsa...

Sonra evimize döndük ve civarı keşfetmeye çalıştık.

Bir konser için gittiğimiz Mannheim sokakları var aklıma gelen. Akşamında bile renkli olan bu şehir eminim gündüzünde de ışıl ışıldır...

Daha çok yeni, 1 hafta önce gördügümüz Mühldorf am Inn (Bavyera/Almanya), Burghausen (Bavyera/Almanya), Salzburg (Avusturya) ve yolumuz üzerinde kalan Königsee (Bavyera/Almanya), Chiemsee (Bavyera/Almanya) yarı güneşli yarı yağmurlu da olsa keyifli anlar tattırdı bize...

Bakalım gelecekte hangi tadlara yolculuk var:-)

4 Haziran 2009 Perşembe

The Question and Answer Book of Space (1965)

Just a quick one today. This was one of my favorite books in the school library. It did as promised and answered some of my questions that I couldn't find an adult smart enough to answer.

Sonneborn, Ruth A. Illustrated by Polgreen, John. The Question and Answer Book of Space. New York: Random House. (66 p.) 29 cm.

Arranged in 5 categories with questions and answers about: space, rockets, astronauts, a trip to the Moon and space stations. The book has some very nice color paintings of rockets, astronauts, space stations, and a manned Moon landing. Part of the "Let's Find Out Books" series. See 1966, 1969 UK reprints. Also 1970 edition.

Piri Reis'in Haritası


Piri Reis düşlerimizi çizmiş haritasına
boyamış serin deniz sabahlarının renkleriyle.
Piri Reis düşlerimizi çizmiş haritasına
göz görmemiş, el değmemiş yıldız hevenkleriyle.
Piri Reis düşlerimizi çizmiş haritasına
varılan kıyılardan ayak basmamış kumsallara doğru
hayırsız adalarla yeşil papağanların arasından
billûr köşklere giden yolu.

Reis'in haritasında kıtalardan büyük boynuzlu balıklar
ve timsah başlı maymunlar yanardağlardan iri
Reis'in haritasında yelkenliler yürek kadar
ama balıklarla maymunlar yutamıyor yelkenlileri.

Yolculuklar başlamaz yürek çağırmasa
akıl yorulabilir, yılabilir, ama yüreğin sırtı gelmez yere.
Yelkenlilerle gidiliyor kosmosa
Piri Reis'in hartasında yüzen yürek kadar yelkenlilerle.

Nazim Hikmet Ran, 29 Aralık 1960, Moskova

Gezgindir gezenin adı...


Nerden başlaşak nasıl anlatsak… 
Gezme hastalığına nasıl yakalandığımızdan mı bahsetmeli, 
yoksa gezi blogu tutmaya nasıl karar verdiğimizden mi ilk olarak? 

Haydi bizden,yani Serap ve Tamer’den baslayalım
:)

YAZININ DEVAMINI okumak icin TIK TIK TIK»

3 Haziran 2009 Çarşamba

Araf


Uzun bir süreçtir insanın kendini toparlaması. "Toparlamak" diye tabir edilen normalleşme çabaları. Kendi ben merkezine bir dönüş, güvenememe duygusu çeşitli kompleksler. İçine su katılmış bir bira gibi olmuştur hayat. Tadı benzer daha yavan yalancı bir sarhoşluk.

Zaman geçer. O hep geçer zaten, buna pek takılmamak lazım. Şahit oluruz yanımızdan geçenlere, arkamızda kalanlara ve önümüzden gelenlere. Ya yol veririz, ya geri döneriz, ya da beklemeyi tercih ederiz. Arkada bıraktığımızı zannettiğimiz şeyler genelde önümüzde koşar adım ilerlerken çıkar gerçi. Bir tebessüm kaplar suratımızı o an. Bir ..asktr deriz içimizden. Kendi kendine gülmek denir ya. En tatlı yaşandığı andır bu.

Aşkın en acı yaşandığı andır öte yandan...

Elleriniz ceplerinizde ıslık çalarsınız. Sahte bir gülümseyiş gelir ardından. Dudaklar bükülür inceden, palyaço edasıya üzgün bir suratın üzerine gülümseyen bir çizgi çizersiniz. Duygularınızı siz belirlersiniz. Gülmem mi lazım? Üzülmem mi? Doğal değildir bunlar. Ve bu farkındalık içinizi acıtır.

Geleceğe dair hedefler, yapılması gerekenler, yapılması gerektiği düşünülenler. Hayat bir gelecek belirleme oyununa dönüşür. Şimdiki anı yaşayamamak geleceğe olan bir özlemi körükler. Geleceğe ulaşamamak anı kaybettirir. Arada kalan boşlukta nereye gideceğim dersiniz.
Nereye aitim?
Neye sahibim?

Elinizde olan tek şey bunları düşünebilme yetisidir. Doğru olanı anlayabilme. Bahsettiğim farkındalık. Ne olduğunu bilmek.

Ben buyum. Ben böyleyim...