8 Temmuz 2003 Salı

Bir Anadolu Gezisi: Mudurnu



MUDURNU , Hisarcık ve Kulaklı tepeleri arasındaki dar vadiye yerleşmiş bir ilçe. Demircileri,bakırcıları,renk cümbüşü pazarı ve ahşap evleri ile geçmişten geleceğe uzanan bir köprü gibi.... Adını Bursa Tekfuru ‘nun güzel kızı Matarni’den almış. Matarni adına bir kale yaptırmış tekfur. Bu kalenin etrafında gelişmeye başlamış Mudurnu. Matarni adı zamanla Mondernes, Monderna, Mudurlu ve Mudurnu’ya dönüşmüş. Roma ve Bizans dönemleri yaşayan yöre 1307 tarihinde Osmanlı Beyliğine kalmış. 1923’de Bolu’ya bağlanmış. 1991 yılında sit alanı ilan edilmiş. İlçe merkezinde dolaştığımda, ilçenin tarihi değerini kaybetmediğini gördüm. Dün nasılsa , bu gün de aynı. Sokakları gezerken, geleneklerin ahşap evlerde yaşamaya devam ettiğini görürsünüz. Evler genellikle iki , üç katlı. 100 yaşında veya daha fazladır. Evlerin balkonlarını etrafı, tahta oyma sanatının en güzel örnekleri ile süslenmiş. Cihannüma çatı katının adı. Dünyanın seyredildiği yer anlamına geliyor. Çarşı içindeki başka bir ev, kilise görünümü ile dikkat çekiyor. Söylenenlere göre ; Mudurnu’lu bir zengin, yabancı bir ustaya yaptırmış bu taş binayı. İnşaat sürerken yöreden bir genç, ustanın kızana gönül koyar. Yapının kilise görünümü ustanın intikamı olarak yorumlanır yörede.

Yıldırım Beyazıt vali iken, Mudurnu’da kendi adına hamam ve cami yaptırmış. Hamam hicri 784, miladi 1382 yılında mimar Alemi Ömer bin İbrahim tarafından yapılmış. Cami ise 1374 yılında yine aynı mimar tarafından yapılmıştır. Dışarıdan bakılınca küçük gibi görünen caminin bir büyük , dört küçük kubbesi var. İçeri girdiğimde tamamen büyülendim. İçi çok büyük, tavan süslemeleri harika. Yerler duvardan duvara seccade desenli kırmızı halı ile kaplı. Kubbe süslemeleri kırmızı,bordo,mavi,beyaz renklerle Osmanlı motiflerini hayata geçiriyor. Kubbe yüksekliği bilinmiyor ama kubbenin çapı 20 mt. Osmanlı döneminde yapılan ilk geniş kubbeli cami olarak biliniyor.

Armutcular Konağı, Ömer Armutçu’dan kalmış. 1893-94 yılları arasında bir altınlık yövmiye ile çalışan bir usta tarafından yapılmış. Haç şeklindeki çatısı ve mimari özellikleri bakımından görülmeye değer bir yapı. Yapının içi, insanı büyüleyen ahşap işçiliği, ahşap oyma sanatının tüm özelliklerine sahip. Toplam 28 odası ile konak işlevini günümüzde de sürdürüyor. Demirci ve bakırcıların kapılarını araladığımızda , yüz yıl gerilere gideriz. Antika aletleri ile demire , bakıra hayat verirler.

Öğlen saati olduğunda karnım iyice açıktı. Ama bu Mudurnu’da hiç sorun değil. Adını sık duyduğumuz Mudurnu Tavukçuluğun ana vatanı. Avrupa’nın dördüncü büyük tesisi olan Mudurnu Tavukculuğun kapandığını duydunca içimin cız ettiğini itiraf etmeliyim. Tavuk lokantasının ikinci katında otururken, güzel ilçe görüntüsü ile yöreye özel lezzette tavuk yemeği yedim. Burada ilk defa fındık sobası gördüm. Bu soba oldukça yüksek , karnı geniş,üst kısmı honi biçiminde. Honinin içinde fındık kabukları var. Geniş karnında yanan kabuklar azalınca, honiden aşağıya inip yanma işlemine devam ediyorlar. Pratik,doğal ve ilginç bir soba.

İlçeyi tarihi hatıraları ile başbaşa bırakarak Abant’a devam ettim. Abant dağlarının eteklerinden ilerleyen yol giderek yükseliyordu. Abant dağları 1500 mt. civarında, bizim geldiğimiz nokta ise 1325 mt. civarında idi. Aşağıdaki manzarayı kelimelerle ifade etmem oldukça zor. Şahane vadinin bir kısmı sisle kaplı. Bulutlara uzansam yakalayacakmışım hissine kapılıyorum. Bu noktadan sonra yol yavaş yavaş aşağı inmeye başlıyordu. Abant’a yaklaşırken doğa değişmeye,etrafımızı ağaçlar süslemeye başlıyor. Burada otobüsten inerek yürüyerek devam ettik. Yeşil çam yapraklarını, beyaz krema sıkılmış gibi duran kar süslemişti. Çam ağaçlarının altını tamamen beyaza boyamıştı kar. Bu beyaz örtünün üstünde yer yer sarı,kırmızı,kahve rengi sonbahar yaprakları süslüyordu. Hava biraz serin ama tertemizdi. Yokuş aşağı inerken sağ tarafımızda ABANT GÖLÜ’nü görünce rüyadayım sandım. Önümdeki yeşil çamların arasından biri size merhaba diyordu sanki. Gölün etrafı tamamen çam,köknar, kayın ağaçları ile kaplıdır. Çamların yeşil rengi göl sularının kenarını renklendiriyor. Hava bulanık olduğundan gölün suyu da gri görünüyor. Yokuş aşağı inerken gözüm hep göldeydi. Gölün bir sırı vardı sanki; bir şeyler söylemek ister gibiydi. Gölün kenarına inince, doğayla baş başaydım. Sessiz,sakin sonbahar gününde gölün etrafında yürürken, gölün sırlarını anlamaya çalıştım.

Abant gölü, tektonik kayma ile oluşmuş, 1350 hektar alana sahip. Bilinen en derin yeri 17 mt. Etrafı 7 km... Kaynak ve yağmur suları ile besleniyor . İlkbaharla birlikte gölün yüzeyi nilüfer çicekleri ile dolar. Binbir çicek , yabani bitki fışkırır her yandan. Dört mevsim, ayrı bir hikayesi vardır Abant’ın. Eğer dinlerseniz, size sırlarını bir bir anlatır...

Nurperi Ünsal
Sat Jul 5, 2003 fotoGezi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder