23 Haziran 2003 Pazartesi

bir anadolu gezisi: BARTIN, AMASRA



İlkbaharın başlaması ile doğa yeni giysilerini giymeye, toprağı ve ağaçları renklerle süslemeye başlamıştı. Buğday tarlaları yeni yeşillenmiş, tüm tepeler ve toprak yeşil örtüsünü örtmüştü. Yol boyu yeni yeşillenen ağaçları izledim. Bir ay öncesinde kupkuru olan dalları, yeşil yapraklar süslüyordu. Yeni bir baharda var olmanın sevincini, neşesini bizlere ulaştırıyordu. Arada bir henüz yaprakları açmamış ağaçlarda, kütük bölümlerinden dallarına kadar sarılan yeşil sarmaşıklar hoş görüntüler oluşturuyordu. Bu yeşilliğin içinde yola devam ederken Gerede yakınlarında mola verdik. Çamların içinde yer alan mola yerimizde, bir de küçük göl vardı. Otobüsten inince, çam ağaçlarının harika kokusunu ciğerlerimize doldurduk. Bu sırada rehberimiz çam ağaçlarının efsanesini anlattı.

‘’Ates , Kibele’ye (ana tanrıça, Anadolu’da bereket tanrıçası) olan aşkına cevap alamayınca sunakta ( adak adanan yer) erkeklik organını keserek denize atar. Aşkından, göz yaşları arasında bir süre sonra kendisini de nehre atarak intihar eder Ates. Tanrılar Kibele’ye olayı haber verince Pesinus’a (Ankara yakınlarında antik kent) gelir. Fakat Ates’e yetişemez. Gözyaşlarına boğulur ve gözyaşlarının toprağa düşdüğü yerde çam ağaçları oluşur. Aşklarının daimi oluşunu sembolize ettiği için her zaman yeşildirler.’’ Aslında çam ağaçları çıkardığı enzim nedeniyle kayaları eritip kendi köklerini uzatarak tutunur doğada. Çam ağaçlarına daha dikkatle bakarak yolumuza devam ettik.

Sağ tarafımızda Yeniçağ Göleti yer aldı . Mısır’a kadar giden kuşların göç yolu olduğunu öğrendik. Otuza yakın kuş türünün katledildiği tespit edilmiş. Dorukhan tünelinden geçtik. Bu tünel Türkiye’nin en uzun tüneli, 903 mt. uzunluğunda.

DEVREK, yolların kavşağında kurulmuş. Batı’ya giderseniz Ereğli ve Zonguldak’a, kuzeye giderseniz Kilimli sahiline ve Bartın’a , doğuya giderseniz Karabük ve Safranbolu’ya ulaşırsınız. Devrek ilçesi, Devrek çayının sağ ve sol kenarına kurulmuş. Devrek çayı 150 yılda 50 defa taşmış. Beton köprüleri bile yıkmış. Su taşkınları için en tehlikeli aylar 15 Nisan-15 Mayıs arasıdır. Dere islah çalışmaları halen devam ediyor. Devrek bastonları, dünyaca ünlü bir şöhrete sahip. En önemli usta Çelebioğulları’dır. Birinci sırada gül ağacından, ikinci sırada kızılcık ağacından yapılır. Dört aile baston imalatı ile ilgileniyor. Köylerde eyer, semer ve kaşık yapımı devam ediyor. Halkın % 85 ‘i tarımla, % 15’i ahşap ve nakliye işleriyle meşgul olmaktadır. En kirli hava Çaycuma ‘dadır. Kağıt ve selülozik fabrikaları hem Devrek’te hem de Çaycuma’da yer alır.

BARTIN iline geldiğimizde her tarafın betonla kaplanmış olduğunu üzülerek fark ettik. On yıl öncesinin Bartın’ı yok artık. Beton canavarı ne yazık ki bu güzel ilimizi de istila etmiş durumda!! Bartın , Karadeniz Bölgesi’nin batı bölümümde yer alır. Yörenin ilk yerleşenlerinin , yöreye M.Ö. 14. Yüzyılda gelen Gaşkalar olduğu düşünülmekte. Hitit İmparatorluğu’nun önemli bir güç haline gelmeye başlamasıyla beraber bölgede ki Gaşka hakimiyeti sona ermiştir. Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Lydialılar, Persler, Makedonyalılar, Bithynia Krallığı ve Romalılar yöreye hakim olmuşlardır. Roma dönemimde, Bartın’ın askeri ve ekonomik nedenlerden dolayı önem kazandığı bilinmektedir. Roma İmparatorluğu M.S. 395’te ikiye ayrıldığında yörenin Doğu Roma toprakları içerisinde hüküm sürdüğü , 13. Yüzyılda Türklerin Anadolu’ya gelmesinden sonra Bartın ve çevresinin Candarlıoğlulları Beyliğinin hakimiyetine geçtiği bilinmektedir. 1395’de Yıldırım Beyazıt, Bartın ‘ı Candarlıoğlulları Beyliği’nden almakla beraber Amasra’da bulunan Ceneviz kolonisi tesirini sürdürmüş, Amasra 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı hakimiyetine geçmiştir. Bartın, 1924’te Zonguldak’ın ilçesi, 1991’de ise il olmuştur. Amasra, Kurucaşile, Ulus ilçeleridir.

Bartın’ın % 46’sını ormanlar oluşturur. Ortalama yüksekliğin 2500 mt. olduğu Bartın’da Küre Dağları önemli yükseltilerle yer alır. Bartın yaylaları ortalama 1000 mt. yükseklikte yeşille iç içe girmiş yayla evleri, zengin flora , fauna ve manzaraları ile sizi doğaya davet eder. Uluyayla, Ardıç, Kalkınlı, Zoni(Arıt) en önemli yaylalarıdır. Bartın’ın dik ve ormanlık yamaçlarını deniz ile buluşturan 59 km. sahil şeridi yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çeker. İnkumu plajı Haziran - Ekim arası yoğun ilgi görür. İnkumu ay şeklindeki geniş bir koydan oluşur. Arkasında ormanlık dağ hemen önünde binalar, yol ve ince kumu ile Antalya plajlarını aratmayan plajı yer alır. Karadeniz aniden dalgalanır, sonra sakinleşir, masmavi denizi ile sizi yüzmeye çağırır.

Bartın ili 18. Yüzyıldan itibaren İstanbul’un tavuk ihtiyacını karşılamış. 17 yüzyıldan itibaren ahşap işinde ün kazanmış. Ahşap evler Karkas olarak yapılmış olup, çıkmalar payanda ile desteklenir. 200 yıllık dönemi kapsayan evlerin sokaklara ve ön cephe yönünde yörenin ahşap işleme sanatını yansıttığı önemli özellikler yer alır. Meşe, gürgen, çam, abanoz ağacı en çok kullanılan malzemelerdir. Bartın evleri genellikle bir sofa etrafında yer alan odalardan meydana gelmiştir. Bahçe içine inşa edilmiş evler yöre ağzı ile ‘’daraba’’ denilen bahçe çitleriyle çevrilidir. Her evin kendine ait kuyusu bulunur. Şehir merkezinde bulunan , Halil bey Camii 1872 yılında Halil bey tarafından yaptırılmıştır. Kubbesiz, dikdörtgen planlı , 2 pencere ile aydınlanan kagir yapıdır. İbrahim Paşa Camii ise Bosna Valisi İbrahim Paşa tarafından yaptırılmış. 150 yıllık camii , kubbenin etrafında olmak üzere on ikisi büyük otuz iki pencerelidir. Tek minareli, tek kubbelidir. Bartın çayı ilin içinden geçer. Eski adı Portenyus – Portenya ; anlamı müzik söyleyen periler demektir. Taşımacılıkta çok önemli bir yeri vardır. Uzunluğu 17 km. dir. Osmanlıda tekne ve gemi yapım yeri olarak kullanılmıştır. Lale devrinde ünlü ziyafetlerin ve şölenlerin yapıldığı yerdir. Bartın nehrinin Karadenizle birleştiği yere yakın dağların içinde denizaltı tersanelerimiz bulunmaktadır. Sol tarafınızda akıyormuş gibi duran Bartın nehri, ortada yol, sağ tarafınızda dağlar bulunmaktadır. Ortada bulunan yol sizi, sol tarafta üzerinde yürüyormuşsunuz hissini veren Bartın Çayının , Karadeniz’le kucaklaştığı noktaya ulaştırır. Yolun sonundaki deniz feneri Karadeniz yolcularına yerlerini belirtir.

AMASRA , Bartın arası 16 km. Bir düz, bir yokuşlu yol sizi Amasra’ya ulaştırır. Yeşilin her tonu ile tanışan gözleriniz daha huzurlu olmanızı sağlar. Amasra’ya gelmeden Anadolu’da yapılmış olan tek yol anıtını gezdik. Kuş Kayası Yol Anıtı M.S. 41-54 tarihleri arasında Roma İmparatoru Tiberius Germanicus Cladius zamanında doğu eyaletleri inşaat komutalığı yaptıktan sonra Bithynia-Pontus Valiliğine atanan Gaius Julius Agulia tarafından yaptırılmış, karayolu dinlenme yeri ve anıtıdır. Anıtta dik merdivenlerle çıkılır. Yüksek bir kayanın ön tarafında kemerli bir niş içine oyma tekniği ile yapılmıştır. Toga giyimli bir insan figürü ve nişin sağında bir sütun, sütunun üzerinde ise kartal motifi bulunmaktadır. Kartal askerlerin sınırsız gücünü temsil etmektedir. İki kitabesi bulunur. Anıttan aşağı inerken manzara harikadır. Fotoğraf çekmeyi sevenler için harika kareler sunar. Etrafta mor çuha ve sıklamen çiçekleri yeşilliklerin arasından gülümser size...

Tarihi M.Ö. 2000’li yıllara uzanan Amasra, M.Ö. 3 yüzyıla kadar Esamos olarak anılmış, M.Ö. 4 yüzyılda Prenses Amatris Amasra’ya gelir, bir kent kurarak bağımsız kraliçelikle yönetir. Prenses birinci evliliğini General Kratos’la (Mısır fatihi) , ikinci evliliğini Denis’le yapar. Denis fazla yemekten ölür ve prenses tekrar Trakya kralı ile evlenir , kral Esamos adını Amasra olarak çevirmiştir. Ametris 295’de kendi adına para bastırır. Prenses döneminde ticaret merkezi olur Amasra (Emperrion) . Mısır’dan bile ürün gelir, burada satılır. Prenses Ametris’in sarayı, deniz havuzuna inen güllerle kaplı yolda yer alır. Şu an bu havuzlar otlarla kaplıdır. Prensesi oğulları birleşerek öldürüp , denize atarlar.

Amasra’da iki liman bulunur. Dış (büyük) liman, iç (küçük) liman. İlk geldiğiniz yer büyük limandır. Burası ay şeklinde içeri girmiş , karşı taraf da yeşil ormanla kaplı bir dağ bulunur. Ne yazık ki, Amasra sit alanı olmasına rağmen bu dağda binalar yükselmekte. Sağ tarafımızda deniz çok hoş bir kumsal oluşturmuştur. Bu kumsalı balıkçı kayıkları süslemekte. Büyük limana indiğimizde öğle saati idi. Rehberimiz önceden lokantada yerimizi ayırtmıştı. Yörenin en ünlü lokantası Çeşm-i Cihan’da ağırlandık. Lokanta iki katlı, yöreye uygun ahşap mimari örneğinde yapılmış. Biz lokantaya gittiğimizde balıklar hazırdı. Lokantanın camından bakınca büyük limanı tamamen görebilirsiniz. Amasra’nın ünlü salatası ve nefis balık kızartmasını yedikten sonra Amasra keşfimize devam ettik.

Ceneviz Kalesi 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından alınmış. Ceneviz’liler 200 yıl burada yaşamışlar. Ceneviz kapısından kale içine girilir. Dört kademeden oluşan kale, içkale (ahmedek) Osmanlı döneminde kale komutanı (Osmanlı’da dizdar – Bizans’da tekfur denir) konaklamıştır. Büyük İskender geldiğinde yenilir ve komutanlarını kendi elleriyle evlendirir.

Kırk direkli çadırın direk uçları , alt kısımları , tahtın ayakları arslan figürlü som altından yapılmış. Kale içinde bulunan çoğu zindan çökmüş durunda. Fetiye Camii (Fatih veya Fetih) bölgenin en önemli camisidir. Fatih Sultan Mehmet fethettiğinde burası Alexios Kommenos zamanında yapılmış bir kiliseymiş. En kısa zamanda küçük kiliseden mescide çevrilir.(şapel)

Amasra sokaklarında rehberimizi takip ederken bir köprüye geldik. Köprünün altından Karadeniz suları geçip iç limanla birleşiyor. Küçük limanın sol tarafında binaların ön tarafında çay bahçeleri yer alır. Köprüyü devam edince sorma gir kapısına (karanlık yer veya karanlık kapı) geldik. Üstü tak şeklinde yapılmış bu kapının tam ortasında bir boşluk vardır. Efsaneye göre bu boşluktan üç taşı delikten kim geçirebilirlerse dilekleri kabul olurmuş. Grubun bütün çabalarına rağmen üç taşı aynı anda geçiren olmadı. Kapıdan geçince Boz Tepe başlar. Boz Tepe’de Karadeniz manzarası harika , karşınızda martı adası bulunur. Ada küçük ama martıların yaşam yeridir. Eskiden ada üzerinde manastır olduğu söyleniyor. Sağ tarafınızdaki tepelerde Amasra evlerinin görüntüsü çok güzeldir. Aşağı baktığınızda kayalıklara hızla çarpan Karadeniz dalgalarının sesi ve rüzgarı ile engin denizlere yelken açtığımız sırada çok sayıda martı havalandı ve herkes fotoğraf çekmeye çalıştı. Karadeniz ufuk çizgisiyle buluşurken Boz Tepe’de çay içip, dinlendik. Rehberimiz antik dönemde denizcilerin (mavnacı) Karadeniz’e konuk sevmez deniz (Pontus Ekselikos) dendiğini söyledi.

Amasra girişindeki sol tarafınıza kalan küçük liman kenarında bulunan müzede tarihi kentten arkeolojik buluntular ve etnografik eserler sergilenir. Maalesef müzede resterasyon çalışmaları devam ettiğinden dolayı ancak bahçesinde sergilenen eserleri görebildik. Son durağımız çarşı. Tarihi kaynaklarda geçen ve meşhur olmuş ağaçlar kestane, defne, ıhlamur ve şimşirdir. Şimşir ve ahşap işlerinin yapıldığı yerler ‘’ çekişciler’’ olarak bilinir. Grup çarşıya girince herkes bir tarafa dağıldı ve hediyelik eşya alışverişi yapıldı.

Güzel olan şeyler çabuk biter derler. Zaman yine çabuk geçti. Dönüş yolculuğunda biraz buruktuk. Karadeniz’in incisinden ayrılmak istemiyorduk. Ama otobüsümüz virajları dönmeye başlamıştı .. Belki başka bir bahar tekrar görüşür, hasret gideririz............


Bence bunları yapmadan dönmeyin!!!

- Amasra’da balık , salata yemeden
- Bozköy ve Çakraz’da denize girmeden
- Doğa yürüyüşlerine katılmadan
- Özgün Bartın evi gezmeden
- Bartın Çilek Festifali’ne katılmadan ...

Bizlere sanat tarihi bilgilerini aktaran rehberimiz Çetin Arslan’a
teşekkür ederiz.

NURPERİ ÜNSAL

Mon Jun 23, 2003 fotoGezi

19 Haziran 2003 Perşembe

Bir Anadolu Gezisi: AKCAY - ALTINOLUK

Old Altinoluk Houses near Troy

Kaz (İda) Dağlarının oksijeni sayesinde tertemiz bir havaya sahip. Türkiye’de , Datça’dan sonra oksijeni en bol ikinci belde. Akçay’a ilk girişte Sarıkız heykeli ve park karşılar sizi. İskeleden sonra plaj başlar. Plajın arkasında ise meşhur çay bahçeleri. Bu bahçelerde oturup güneşin batışını seyretmek her şeye değer. Güneşin son ışıklarının denize ve çay bahçelerinin önündeki palmiye ağaçlarına yansımasını hafızanıza kaydedersiniz. Ya da plaja oturup dalgaların senfonisi ile veda edersiniz güne.

Plaja yakın bir yerde denizin içinde mini bir adacık görürsünüz. Bu adanın üzerinden içilebilir tatlı su çıkar. Bu tatlı su nedeni ile deniz suyu ısısı diğer yerlere göre daha serindir. Akçay’ın suyu meşhurdur. Ayrıca inciri, zeytini, peyniri, sebzeleri, taze ekmeği ve puaçalarının tadına doyum olmaz. Her sabah sahile gelen balıkçı kayıklarında parlayan çupraları , çinekopları görünce yemek saatinin bir an önce gelmesini istersiniz.

Çay bahçelerinin arkasında bulunan sokak, çarşıdır. Ne ararsanız bulabilirsiniz uygun fiyata. Akşamları çarşıyı gezmek çok eğlencelidir. Açık hava sinemasına cafelere, müzikli eğlence merkezlerine gidebilirsiniz. Lokantaları da unutmamak gerekir. Damak zevkinize göre çeşitli alternatifler mevcut. Bu iki sokak taşıt trafiğine kapalı olduğundan, ilk günler anlayamadığınız bir gariplik varmış gibi gelir size. Sonra anlarsınız trafik gürültüsünün sizi nasıl etkilediğini, farkına varmadan hafızamıza gizlice yerleştiğini ... Onsuz yaşamanın keyfini keşfedersiniz !

Kaz Dağlarında , Sarıkız Tepesinin bir Türkmen hikayesi vardır. Dağlarda kendisi koyun, kızı kaz çobanlığı yapan bir garip adam yaşar. Yaşlandığında kızını bir aileye emanet ederek hacca gider. Hac dönüşü kızı hakkında çekemeyenlerin çıkarttığı kötü dedikoduları duyar. Baba kızının canına kıymak için dağa götürür. Yolda köylüler hakaret edince kız ‘’suyunuz soğuk, kızınız kavruk’’ der. Tepeye çıkarlar, baba abdest almak için su ister kızından , kızın verdiği su tuzludur. Dağın tepesinden uzanıp denizden doldurmuştur suyu. Baba kızının erdiğini anlar. Çok üzülür, pişman olur. O sırada dağın üstüne sis çöker. Bulutlar kalktıktan sonra gelen çobanlar babayı ve kızı ölmüş bulurlar. Babanın öldüğü yere ‘’Baba Dağı’’ , kızın öldüğü yere ‘’Sarıkız Tepesi’’ adını verirler ve türbe yaparlar. Türkmenler halen Sarıkız Tepesine gider adak adarlar. Bu nedenle Sarıkız heykeli Akçay girişinde karşılar sizi.

Kaz Dağları binbir efsanesi ve şifalı bitkisi ile sizi doğaya davet eder. Dağda ot toplamak için yürüyüş yapabilirsiniz. Kuşburnu, ısırgan otu, kekik, papatya, rezene, adaçayı, nane toplamanın zevkine varabilirsiniz. Kaz Dağlarında konaklama yapabileceğiniz çok hoş mekanlar vardır.

Ankara –Akçay arası 8-9 saat sürüyor. Buraya isterseniz yalnız gelin, ister bayan bayana, ister ailenizle hiç kimse sizi rahatsız etmez. Sabahlara kadar gezin, sinemaya gidin, denize girin, çarşıyı gezin ya da çay bahçelerinde oturun, kendinizi özgür hissedersiniz. Akçay’dan günübirlik gideceğiniz yerler; Ayvalık, Ören, Burhaniye, Altınoluk, Küçükkuyu, Assos'tur. İster arabanızla, ister otobüsle ya da deniz yolu ile gidebilirsiniz.

ALTINOLUK , Edremit’e 25 km. uzaklıkta . Büyük çarşısı, cafe-bar ve çay bahçeleri ile İDA Dağı eteklerine yerleşmiştir. Bölgede bol oksijenli havası ve güzel doğası ile yürüyüş için çok uygun olanaklar sunar. Şahindere Kanyonu doğal klima görevi görüyor. Oksijen bol, rutubet neredeyse hiç yoktur. Şahindere ve Manastır deresine yapılan yürüyüşte doğal maden suyu kaynakları , mağaralar, Pınarbaşı deresi ve 17 mt ‘den düşen Sütüven Şelalesi ile çevresinde oluşan küçük sevimli gölcükleriyle sizi bekler.

Homeros destanına göre; İDA Dağında dünyanın ilk güzellik kraliçesi seçilmiştir. Kral Priamos’un bir kuşku ile dağda terk ettiği oğlu Paris bir dişi ayı tarafından emzirilerek kurtarılır. Büyüyüp yaman ve güzel bir delikanlı olur. Bir gün güzeller güzeli tanrıçalar Hera, Athena, Aphrodite’nin arasında kimin daha güzel olduğu konusunda kavga çıkar. Kavgayı çözümlemek üzere Zeus, Paris’i görevlendirir. Paris birbirinden güzel üç bayan arasında seçimi nasıl yapıp, elmayı kime vereceğini düşünürken belki de dünyanın ilk rüşvetlerinden biri de devreye girer. Hera ‘’Asya ve Avrupa krallığını’’; Athena ‘’ savaşta dünyanın en büyük yiğidi olmayı ve insanüstü bir aklı vaadeder’’ ; Aphrodite ise ‘’ benden sana en güzel kadının sevgisi ‘’ der. Paris krallığı, kahramanlığı bir yana itip sevgiyi seçer ve APHRODİTE uzatır elmayı. Böylece dünyanın ilk güzellik kraliçesi seçilir.

Akçay’dan ASSOS’a (Behramkale) tekne ile gitmek için bir gün önceden biletlerimizi aldık. Sabah iskeleden kalkan teknemiz Altınoluk kıyılarında açıktan ilerlerken ılık rüzgar denizin kokusunu ve nemini bize ulaştırdı. Masmavi deniz, masmavi gökyüzü birbiriyle yarış yapar gibiydi. Gökyüzündeki az sayıdaki beyaz bulutlar gülümsüyordu yolculuğumuza. Karşıdaki, yeşil maki ile süslü tepeler birbirini takip ederken, denizdeki yunuslarında bizi takip ettiğini fark ettik. Teknedeki herkes yunusların olduğu tarafa doğru hareket edince kaptandan gelen uyarı ile teknenin sol tarafa yatmış olduğunu anladık.

Assos’a geldiğimizde saat 13. 00 olmuştu. Tekneden inip Assos’un tarihi taş sokaklarına ayak izlerimizi bıraktık. Assos limanı küçük fakat yatlarında barındığı tarihi bir liman. Tertemiz denizi hemen dikkatinizi çeker. Burası kayalık bir tepenin eteği. Denizin hemen kenarına balıkçı lokantaları yapılmış. Yanyana sıralanan andezit taşından yapılmış binaların alt katları mağazadır. Yöreye ait rengarenk kök boyalardan yapılmış el dokuması kilimler ve heybeler satılıyor. Binlerce yıl öncesinde olduğu gibi yine el tezgahlarında dokunuyor kilimler. Burada yabancı turistlerin sayısının fazla olduğunu görürsünüz. Bu sokağı devam ederseniz bir çay bahçesi ile karşılarsınız. Assos sıcak olduğundan çay bahçesinin rüzgarı sizi serinletir. Hemen yanında plaj ve denize girebilmeniz için tahta iskele yer alır. Assos’un etrafı kayalık olduğundan, denizin içi de kayalık. O nedenle iskeleden geçerek tertemiz denize bırakırsınız kendinizi. Assos‘un dik arka sokaklarında motel ve pansiyonlar yer alır. Bu sokaktaki gözleme evinde , patatesli gözleme yemeden dönmeyin derim. Assos limanı gecede başka güzeldir. Lokantaların ve motellerin ışıkları denize yansır. Yakamozların arasındaki balıkçı kayıklarının dalgalarla dansı, sizi sakinliğe davet eder. Derin bir nefes alarak gökyüzündeki yıldızlara, denizdeki yakamozlara bakarak hayal dünyasında gezintiye çıkarsınız. BEHRAMKALE köyüne çıkmak için minübüse binmeniz lazım. Minibüs sizi taşlı yolla tepenin en yüksek noktasına Behramkale köyüne, tarihin izlerini takip etmeye çıkarır. Dört bin yıllık tarihi ve taş evleri ile göz kamaştırır Behramkale. Yerler taş, duvarlar taş , cami ve çeşme taş. Dar sokaklarda mavi için göğe, yeşil için evlerin bahçelerine bakarsınız . Yüzyıllardır çeşitli konukları ağırlamak için kucağını açmış ; konuklara tarihini, sakinliğini, samimiyetini sunmuştur. Yaşam dört mevsim devam eder Behramkale’de.

Assos , eski Anadolu’nun batısında bir şehir. Assos, Troas bölgesinin güney kıyısında 238 mt yüksek olan bir andezit tepesi üzerinde kurulmuştur. Örenleri, Behram köyünün civarında görülmektedir. Tepenin kuzey eteğinde, Satnioneis (Tuzlu Çayı) akmaktadır. Tuzlu Çayı’nın iki yanında uzanıp giden zeytinliklerde her kış zeytin toplar köylüler ve zeytinyağı ile yapılır tüm yemekler.

Assos, Lesbos adasındaki Methymna Şehrinden gelen Aiol’ler tarafından M. Ö. 560-547 de Lydia’lıların, M. Ö. 547-479 Pers’lerin egemenliği altında bulunmuştur. Bağımsızlığa kavuştuktan sonra Attika Deniz Birliğinin bir üyesi olmuştur. M. Ö. 350 yıllarında Assos’un idaresi Hermias’ın eline geçmiştir. HERMİAS Eflatun’un (Platon) öğrencisi olmuş, Aristo ile dostluk kurmuştur. Platon öğrencisi Hermias’ı ve arkadaşlarını I. Ö. 4 y. y . Assos’a çağırarak doğa bilimleri ve felsefe merkezlerinden biri haline getirmiştir tüm bölgeyi. Aristoteles I. Ö. 348-345 yıllarında yaşamıştır Assos’da. İlk felsefe okulunu kurmuştur. Zevki değil, erdemi ve çileyi savunan Stoacı Felsefenin kurucularından olan Kleantes’ın doğum yeri de burasıdır. Aristo’ya göre; ‘’Erdem, başlı başına gerçek bir varlık değil, insan aklının ürünüdür. Erdem, insanca bir niteliktir, şu halde , tanrısallığa değil, insanlığa benzemeye çalışmakla elde edilir, erdem... ’’

Hermias öldükten sonra Pers’lerin eğemenliğine geçer. Daha sonra da Büyük İskender tarafından kuşatılmıştır. M. Ö. 133 ‘de Roma’lıların eline geçmiştir. Bizans zamanında Makhramion adı verilmiş, bugünkü adı Behram oradan gelmektetir. Büyük bir kısmı iyi korunmuş olan surlar ve kapıları M. Ö. 4. ve 3 yüzyıllarda yapılmıştır. Yunan tahkimat sanatının parlak bir örneği sayılabilir. Öbür binalar arasında hususiyetle şehir tepesinin en yüksek noktasında bulunan Athena tapınağının önemi anılmaya değer. Tapınak Ankait çağda Anadolu’da yapılan en görkemli Dorik mabedtir. Birkaç sutunu halen ayakta durmaktadır. Tapınaktan Edremit Körfezi’nin lacivert denizini doyasıya seyretmeniz mümkün. Gün batımı ise başka bir şiirselikle gerçekleşir her akşam. Gymnasion, agora (Pazar yeri) , stoa , tiyatrosu, 14 yy. Osmanlı Köprüsü günümüzde büyük ihtişamı ile yaşamaktatır.

Assos örenleri 1881-1883 yıllarında J. Thacher. Clarke’ın idaresi altında bulunan bir Amerikan arkeoloji heyeti tarafından incelenmiş ve kazılar yapılmış. Bu kazılardan çıkan eserlerden bazıları Louvre (Fransa) ve Bostano Müzelerinde yer alır. Bazı eserlerde İstanbul arkeoloji müzesindedir. Şu anda Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu tarafından kazılar devam etmektedir.

Aslında Edremit Körfezi etrafı size , başka süprizler de sunar. Ben sizlere sadece bir bölümünü aktarmaya çalıştım. Tarih ve kültür zengini olan ülkemizin, doğal güzelliğini sizlerle paylaşmak istedim.

NURPERİ ÜNSAL Thu Jun 19, 2003, fotoGezi

Hayal Sanılan Gerçek: Troy